Geriye Dön

Vatandaşlık Namusu - Arsan Dolay

Devlet te, vatandaş sıfatı altındaki herkese benzer bir yaklaşım gösterir. Devletin aygıtlarının iyi çalışmadığı zamanlar olur, zat

Resim

03/05/2007



Açık İstihbarat Haber

Vatandaşlık Namusu Arsan Dolay
Açik Istihbarat'in Resmi E-Posta Grubu AçikIstihbaratTürkiye'ye Üye Olun

www.acikistihbarat.com

03.05.2007

Vatandaşlık bağı, devletle kurulan bir bağdır.

Bir vatandaşın vatandaşlık bağının kuruluşunda bireyin de devletin de seçim hakkı yoktur esasen. Devletin kime vatandaş diyeceğinin sınırlarının çizilmiş olması bir seçim hakkı sayılmaz. Devlet her vatandaşının çocuğunu vatandaşı addeder, insan yavrusu da ne olduğunu bile anlamadan vatandaş oluverir doğduğu an.

Devletin aygıtlarıyla değil, hükümet eden insanlarla değil, hükümet eden güç ile değil, devletin muktedirleri ile değil, devletin salt kendisi ile kurulan bir bağ. Elbette devleti, aygıtlarından, hükümetlerinden, muktedirlerinden ayırırız, bu saydıklarımızın tamamı devletin (olumlu ya da olumsuz) görüntüsü olmakla birlikte hiç biri devlet demek değildir. Kısa boylu bir hükümet başkanınız olması devletin boyunun kısa olması demek değildir gibi.

Vatandaşlık bağı, toprak (ülke-vatan) ile değil, diğer insanlar (millet-halk) ile değil, devlet, DEVLET, devlet ile kurulan bir bağdır. Toprağın vatan oluşu, insanların millet oluşu da devletle bağıtlıdır. Devletsiz, vatan da olmaz, millet de olmaz, vatandaş ta olmaz. (Bu hususta duraksayanları dahi '"kitabımıza'" yazmadığımızı izah edeceğiz).

Devlet, vatan-millet ve vatandaşın anafikridir. Bu anafikri taşımayan kişiler de vatanda bulunabilir, ama millet değildir.

Devletin ana fikir oluşu, devlet aygıtlarının, hükümetlerin, işleyişi sağlayan kişi ya da kurumların yanlışlarını, haksız uygulamalarını ört bas eden bir şey değildir. Devletin, temsil derecesine göre temsili ile görevli/yetkili kişi yada kurumların uygulamalarına karşı duruş, bu saydıklarımızın değiştirilmesi, görevden alınması veya işlevinin değiştirilmesi hususlarında fikir sahibi oluş ya da fikrini gerçekleştirme çabası da devlet ile mündemiç değildir; tıpkı, alkolik bir babanın alkolik olmasının efradı için yanlışlığının, o kişinin baba olması gerçeğini değiştirmemesi gibi.

Devlet, ülke ve milleti ile tanımlanır. Bu kadardır tanım. Millet, bir kader birliği geçmişinden gelip, bir kader birliği geleceğine yönelmiş insan topluluğu; ülke de bu topluluğun coğrafyasıdır. İnsan kümelerine, '" siz küme değil milletsiniz '", coğrafyaya da '" sen toprak değil vatansın '" diyen de devlettir, devlet. Devlet tanımı için bunların dışında gereksinim duyulan her şey, (kurumsal) faşizm dir işte. (Onyıllardır solculuk eden sözüm ona Türk aydınlarının ki gibi, '"kendisi gibi olmayan her şey-herkes'" demek değildir faşizm, budur). Devlet tanımında ülke ve millet dışında bir unsura gereksinim olmayışı, bu iki unsur dışında (sınırsız bir şekilde) yapılabilecek hiçbir tartışmanın, muhalefetin ve fikrin devletin ana fikir oluş halini ilgilendirmediğini de anlatır bir yandan. Biz de vatandaşı, devlet ve tanımında içerdiği hususlarla tanırız, işaret ederiz. Vatandaş, adaletsizliklerle, haksızlıklarla, eşitliksizliklerle mücadele edebilir, kavga da edebilir, etmelidir de; ama bu kavga kurumlarla olur, muhatap kurumlardır, kurumların aygıtlarıdır. Uç bir örnek olarak, vicdani ret hususunu örnekleyelim. Bir vatandaş çıkıp, '" kardeşim ben filanca filanca nedenlerle askere gitmek istemiyorum '" dediğinde, devlete karşı söylemiş değildir bunu. Devletin askerlik işlerine bakan kurumlarına hitap edilmektedir ve o kurumlar da kendilerince (doğru ya da yanlış) yanıt verirler vatandaşın bu söylemine. Ama, askere gitmeme nedeni '"devletin bizatihi kendi varlığı, milleti ya da ülkesi '"ise bu devletin kurumlarına değil devlete yönelmiş bir hitap olur ki bu ikisi çok farklı şeylerdir.

Gerek anlatım kolaylığı gerek alışkanlıklar, toplumsal ya da bireysel muhalefetin ya da haksızlıkların giderilmesi taleplerinin dile getirilişinde, hitabetin '"devlet'"e yöneltilmesi şeklinde tezahür etmektedir. Oysa, biz o hitabın muhatabının devlet aygıtı konumunda bulunan kişi ya da kurumlar olduğunu öngörürüz. Israrla, '"hayır, muhatabım kurumları değil devletin kendisidir '" diyen de bu esasa göre, devletin dışında, devletin millet tanımının-algısının dışında kalır ve öyle muamele ederiz. Bu duruma vatana ihanet deriz. Vatana ihanet durumunda, sık uygulanmamakla birlikte, vatandaşlıktan uzaklaştırılır kişi. Vatana ihanetin aynı zamanda devletin kurumlarının ya da milletinin düzeninde de tehdit oluşturması halinde de devlet kendisine bu müdahalede bulunan vatandaşına karşı ayrıca yaptırım uygular.

Gündelik ilişkilerde, bir kişi ya da kuruma öfkelenen bir kişi, öfkesini bir şekilde dile getirir. Öfkenin dozu yüksekse bu dile getiriş '"vatana ihanet'" suçlamasına kadar vardırılır. Oysa bu asılsızdır çoğu zaman. Emekli maaşına yapılan zammı az bulan bir vatandaş hükümeti vatana ihanet etmekle itham edebileceği gibi, vatanın daha çok sahibi olduğu zehabındaki milliyetçi bir vatandaş da sol görüşlü bir vatandaşı vatana ihanetle suçlayabilir. Bu liste uzar gider. Bu türden vatana ihanet tespitlerinin yersiz oluşunda kuşku yoktur. Hatta, devlet aygıtı konumundaki kişilerden de kimi zaman vatana ihanet serzenişi duyulabilir. Bunların da irdelenmesi gerekir ki, vatana ihanet içerik olarak devlete ihanet demektir ve ancak devlet-millet-vatan, olgularının, varlığı, birliği, dirliği ve düzenliğine karşı, ortadan kaldırıcı davranışlar ancak vatana ihanet olabilecektir.

Vatandaş, devleti tanımıyla idrak ettikten sonra, hür olmalıdır. Aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür olmalıdır. Devlet-millet ve vatan kavramlarından hür olmaksa vatandaş olmaklığın aksidir. Bir çocuğun ana babasının nesebini reddetmesi, her akşam bir başka evin kapısını çalıp o gece orda konaklaması, kendi evinde de dileyen kişinin gelip baba, dileyenin anne olması ne kadar makul ise, devlet-vatan ve millet kavramlarından hür olmak da o derece makuldür.

Vatandaşlık namusu da budur işte. Devlet-vatan ve millet. Hiçbir siyasal tartışmanın, karşıt görüşlerin, farklı gelir dağılımlarının hiç müspet menfi etkisinin olmadığı yer burasıdır.

Her insan, iyi olmak zorunda değildir. Her insan çok çalışmak zorunda da değil, başarılı olmak zorunda da değil, vatansever olmak zorunda da değil, devlete aşk beslemek zorunda değil, vatan sathını beğenmek zorunda da değildir. Ama her vatandaş, devlet ve tanım içeriğini benimsemek zorundadır. Bu vatandaşlık namusudur. Namus ise erdem değildir, özellik değildir. Namus ancak namussuzlar için erdem olabilir. Vatandaşlık namusu her vatandaş için esastır.

Konu her açıldığında dile getirilen bir husustur. Denir ki, '" işte efendim, milletin en kafalı çocukları, yurdu için atan yüreklerin tüm damarları ihtilallerle budanmıştır'" . Böyle sürer gider yarı duygusal tespitler. Haksız diyemeyeceğimiz bir şeydir bu. Evet, bu ülkenin çocukları ihtilallerde savrulmuştur, hapse düşmüşlerdir, ülkelerini terk etmişlerdir, işsiz güçsüz kalmışlar, senelerce tutunamayanlar olarak gezinmişler, yitmişlerdir. Ve?

Ve dedikten sonrası muamma azizim. Ve dedikten sonrasında, tutunamayışların hesabı, yitirilmiş zamanların tortusu ve 20'li yaşların kutsanması ile, fikir namusu zannedilen bir kör inatla yüzleşmek zorunda kalırız. Çocukların fikri olamaz.

68 Kuşağı, 80 kuşağı ve nihayet 90'ların gençliği. Hepsinde aynı görüntüyü izlemek mümkündür.

Memlekette yaşanan siyasi çalkantı dönemlerinde, o çalkantıların dinamosu olan gençlik elbette ki vatan hainliği eğitiminden geçerek çıkmamıştı sokaklara. 68 kuşağının sosyalistleri de, 70 yılların ülkücüleri de komünistleri de, 80 li yılların İslamcıları da, 90 lı yılların Kürtçü gençleri de. Hayır, bunların hiç birisi vatan haini çocuklar değil idi. Bu çocukların hepsinin evlerinde kuru fasulye pişerdi, hepsinin annesi, o çocukları üniversitelere gönderene kadar ne çileler çekti, babalar sigarasından kesti, anneler mutfağından, öyle gönderdiler evlatlarını üniversitelere. Ve tüm saydıklarımızın anne babası da sıkı sıkıya tembihlemişti evladını; '"aman evladım anarşik olma, aman evladım sağa sola karışma okuluna git yurduna gel'".

Bu çocukların hepsi bu vatanın evladı bu ülkenin çocukları ve her gencin ergen zamanı nasıl ebeveynler için çaba ile eziyet ile geçerse, çalkantılı dönemlerde de bir ülkenin gençliği, devlet babanın ergen evladından başka bir şey değildir.

Devlet her ergen evladının ergenliğinin farkındadır. Sorun, ergen evlatların ergenliklerini atlattıktan sonra hala ergenlik travmalarını taşıyor oluşudur. Üniversite çağındaki çocukların, coşku ile, şah damarları zonklayarak hayatı tazyik etmek istemeleri onların doğalarından kaynaklanır ve bu yönlendirilmelerine olanak sağlar, ve nihayet bildiğimiz normal kabul ettiğimiz gençlik hareketleri yaşanır. Kendisine hangi ismi verirse versin, çağında, gençliğinin en ateşli mevsiminde, bağırıp çağıran, kendi hesabına kıyametleri koparan bir genç doğasını yaşamaktadır, yakışanı yapmaktadır. Ve en kıymetlileri bunların arasındadır zaten. Talebelik mevsiminde dahi '"hayır'" deme dirayeti gösteremeyen, karşı çıkmayı beceremeyen, bir şey yapmak-değiştirmek-yıkmak-kurmak hayali kurmayan bir insan yavrusunun, yaşlılığından sana bana kimseye bir fayda gelmez ziyan gelir. Memleketin tüm dolandırıcıları, sahtekarları, üçkağıtçıları, ihale kovalayan sözde eski siyasileri, gençliğinde hin hin köşeye sinen tiplerin içinden çıkar.

Gelgelelim, bu gençler büyüyüp ergen dönemlerini atlattıktan sonra, sükuna ermeli, zihinleri oturmalı, hayata karşı fikir sahibi olmalı, adam olmalıdırlar. Bizim vatan sahipliğinde de vatan hainliğinde de, vatandaşlık namusunda da muhatabımız ergenliğini atmış, mümeyyiz olduğunu bildiğimiz kişilerdir.

Gençliğinde, her şeye, anaya babaya, geceye gündüze, yaşadığı kasabaya olduğu gibi, hayata da devlete de dik kafalılık eden her bireyin yetişkinliğinde de aynı davranışları göstermesine başka başka isimler veririz. 18 yaşında bir gencin anne babasına isyanı ergen çılgınlığıdır, ama 40 yasında bir adamın anne babaya '" fena muamelesi '" en hafifinden '" nankör evlatlıktır'" . yine 18 yasında bir gencin, hayatını düzene sokmamış olması, elinin iş tutmaması, gençliğine sergüzeştliğine verilir ve '"çağıdır, etsin'" denilir; ama 30-35 yaşına gelmiş hatta çoluk çocuğa karışmış bir kişinin işsiz güçsüz, nerde akşam orda sabah gezinmesine aynı hoşgörüyle yaklaşmayız ve '" serseri '" deriz, '"aylak adamın teki, bir baltaya sap olamadı bu tomruk herif'" deriz. Üniversite çağındaki bir gencin '"zalim devlet, seni yıkacağım'" demesini de biz tebessümle karşılarız. '" Bak şu aslan parçasına '" deriz, '"i şte ateş gibi gençliğimiz var, biz Çanakkele'de bu aslanlardan bir duvar örmüştük'" deriz. Ama, '" ey devlet seni yıkacağım ulan '" kelamını, artık ergen olmadığına, bir yetişkin olduğuna ve bir fikir edinmiş olması gerektiğine inandığımız birinden duyarsak '" hain '" deriz, '" vatan haini '" de deriz, defterini de düreriz. Biz bu minvalden bakarız ve notlarımızı da böyle tutarız.

Herkes doğar, büyür, yaşama dair şeyler yapar ve ölür. Hayatta iyi anılan hiçbir şey kişinin kendisi dışında birilerine münhasır olmadığı gibi, kötü anılan şeyler de '"o'" kişinin tamamen yabancısı olduğu bir dünyaya ait değildir. Her insanın ilk gençlik yıllarından itibaren duyageldiği, '" nankör evlat '" '" hayta '" '"sefil '" tiplemeleri bir gün kendisine yapışabilir. Kişi kendisine toz kondurmasa da, bu sıfatlamaların prototipine tam uygunluk gösterebilir.

Değer yargıları herkes tarafından kabul edilir, önemli olan o değer yargılarına kimin ne şekilde isabet ettiğidir. Bir hırsız alenen ben hırsızım der mi? Hırsızın bile ben hırsızım diyeni bulunabilir, lakin aşağılık bir insan, aşağılıklığını bilir mi? Ne kadar bilebilir? Bilebilse de kendisine toz kondurur mu ? İşte bu nedenle insanlar bir diğerini anlatırken, '"helal süt emmişlikten'" '"asıl asalet sahibi olmaktan'" '"mayası bozuk olmaktan'" dem vururlar.

Devlet te, vatandaş sıfatı altındaki herkese benzer bir yaklaşım gösterir. Devletin aygıtlarının iyi çalışmadığı zamanlar olur, zaten aksi imkansızdır. Ama, devlet vatandaşın devletidir. Düzeltilmesi gereken bir gidişat yaşayabilir vatandaş, o halde düzeltilmesi için çaba göstermesi gerekliliğine de kendisi karar verir.

Ve devlet aklı der ki, '" benim vatandaşlarım arasında kim devlet-vatan ve millet olgularını ortadan kaldırıcı tutum takınıyorsa, onda vatandaşlık mayası bozuk demektir.'" Ve biz mayası bozuk olanları hep not ederiz, not ederiz.

Vatandaş, kendisini sigaya çekmelidir. Vatandaştan kimileri her Allah'ın günü ana babasından nesebini masaya yatırmıyorsa, devletle nesebini de masaya yatırmaya kalkışırken bir kez daha düşünmelidir. Biz bu devletle nesep bağı olmayanların bunu kesmesinden memnuniyet duyarız, lakin milletin devleti ile olan nesebine müdahale etmek de kimsenin haddi değildir, devlet bu haddi hiçbir vatandaşına (ya da vatandaşı olmayana) tanımaz. Buna rağmen, ben bu toplumun millet oluşunu, bu toprakların vatan oluşunu '" tartışırım'" , diyen varsa tartışmada muhatabı devlettir, tartışırız.

Diğer yandan, gün be gün vatan elden gidiyor naraları atmak da yersiz ve kavramların iğdiş edilmesinden başka bir şey değildir. Bu üslubu benimseyenlerin de, vatandaşlık nesebini ortaya koyup üzerinde tepinenlerden çok farkı yoktur.

Bu devlet, ne ötekilerin debelenmeleriyle ne de berikilerin endişeleri ile yıkılacak değildir. Bu devletin kodlarında bin kere yıkıp bin kere kuracak bir ateş vardır. Ve bu cümle bir kişi tarafından dahi dile getirildiği sürece, devlet açısından sorun yok demektir.

www.acikistihbarat.com
Açık İstihbarat @ 2007

×

Bizimle İletişime Geçin